Güzel bir kızı öperken kaza yapmadan otomobil kullanabiliyorsanız, kıza ve öpüşmeye hak ettiği dikkati vermediğinizi söyleyebilirim.
“Söyleyebilirim” dedim ama ben söylemiyorum, zaten çok uzun zaman önce söylenmiş, söylene söylene de halk deyişi olmuş.
Bunu bir kitapta okumuş, not etmiştim; Sakla samanı gelir zamanı” diye.
Bu bendeki profesyonel deformasyondan kaynaklanıyor.
Bu ay meslekte 50 yılı geride bırakıyorum. Gazetenin bir bölümünü bana verip “Bunun içine istediğini yazabilirsin” dediklerinden beri de önümüzdeki aralık ayında 30 yıl olacak.
Aslına bakarsanız bu sözü de kendi kendime söylemiştim, kimse bana böyle bir şey söylememişti.
Genel yayın müdürüydüm, köşe yazarlığı ünvanını da bu yetkiyle kendi kendime verdim.
Bunun nedeni rahmetli Hıncal “Ağabey” Uluç’tur. Onun tavsiyesini dinledim.
“Gazete yöneticiliğini gün gelir elinden alırlar ama kalemini elinden kimse alamaz, nasıl olsa yazacak bir yer bulursun” demişti, dediği gibi de çıktı.
O gün bugündür yazıp duruyorum, zaman zaman suya yazdığımı düşündüren gelişmeler ile karşılaşıyor olsam da!
Ve o gün bugündür de okuduğum her şeye bu gözle bakıyorum: Bundan bir yazı konusu çıkar mı?
Yazının başındaki cümle de o fasıldan hafızamda kendine bir yer edinmiş.
Sorun ne zaman başladı, tam olarak kestiremiyorum.
En olmayacak yerde birden aklıma geliyor
Ancak çevremde sözünü esirgemeyen insanlar var, onlar sayesinde farkına varmam kolay oldu.
Sorunum şu: En olmayacak yerlerde bile aklıma birden telefonum geliyor.
Daha doğrusunu söylemek gerekirse telefon kılığına girmiş şeytan dürtüyor: Bir şeyler kaçırıyorsun!
Bu bir sosyal medya mesajı da olabilir, internet sitelerinde yayımlanan bir haber de olabilir. Bazen de “reels” kılığına bürünüyor.
Mesleğimin bir gereği olarak haber akışını merak etmem, arada bir kontrol etmem anlaşılabilir bir şey.
Sonuç olarak T24’te günlük yazılar da yazıyorum ve o yazıların deyim yerindeyse “sermayesi” ışık hızıyla gelip sonra yerini yenisine terk eden haberler.
Önemli bir haberi kaçırma endişesi beynimin içinden farklı sinirleri takip ederek parmaklarımın ucuna emir veriyor: Kaydır bakalım ne var?
Ama öbürlerini izah edemiyorum. Hele de o saçma sapan videoları. Cep telefonuma gelen mesajların çoğu da zaten böyle ıvır zıvır görüntüden oluşuyor.
WhatsApp gruplarından üzerime boca edilen videolar, fotoğraflar filan da cabası ve üstelik bu gruplardan çıkamıyorsun da!
Çıksan “hayrola, bir yerin mi kalktı” gibisinden özel mesajlar geliyor bu sefer.
Bu konuda yalnız olmadığımı da biliyorum.
Muhtemelen benim gibi tiplerden milyonlarca var ve buna da hiç kuşkum yok ki onlar da tıpkı benim gibi aslında bir psikolojik rahatsızlıktan mustarip olduklarının farkında değiller.
Buna “dikkat eksikliği” deniliyor.
Mesela bir sohbet sırasında, arkadaşınız bir levreği nasıl pişirdiğini anlatırken daha ikinci cümlesini tamamlayamadan siz “Köprüye bayrak asıldı mı?” diye sorarsanız, dikkat eksikliği sendromu yaşıyorsunuz demektir.
Laf kesme, sohbet sırasında tamamen alakasız bir konuya geçme, her konuda acele etme gibi belirtileri var.
Oturduğu yerde oturamamak da bunun bir belirtisi.
Lucca’da viski içerken, acaba Bebek Bar’da neler kaçırıyorum diye endişe etmek gibi.
Bir yerde uzun süre oturamamak, kendi çayını bitirince masadakilerin çayları duruyor mu diye kontrol etme ve sorma gereği bile duymadan hesabı istemek gibi...
Düzensiz verilen ödüllerin çekiciliği
Harvard Üniversitesi’nde “Deneysel davranış analizi” yöntemini geliştiren Amerikalı psikolog Skinner, hayatta hiçbir şeyin düzensiz olarak verilen ödüller kadar çekici olamayacağını yazmıştı.
Deneylerinden birinde hayvanları, içinde bir düğme olan kutulara koymuştu. Deneyin başında hayvanlar düğmeye her bastıklarında yem ile ödüllendirildiler. Hayvanlar doydukça düğmelere basmayı bırakıyorlardı.
Deneyin bir diğer aşamasında, yiyecek vermek uzun süre kesilince de hayvanlar bir süre sonra düğmeye basmaktan vazgeçtiler.
Son aşamada ise yiyecekler düğmeye her basıldığında değil, düzensiz aralıklarla verildi. Bu, hayvanların düğmelere kesintisiz olarak basmalarıyla neticelendi.
Cep telefonlarımıza gelen sesli bildirimlerin de böyle bir etkisi var.
Can sıkıcı bir toplantıdayken “çınn” sesini duydunuz ve telefonunuzu açıp baktınız. Bir arkadaşınız beğeneceğinizi düşündüğü bir görüntü yollamış. İşte o an hissettiğiniz şey aslında bir “haz” duygusu.
Bu haz duygusu Skinner’in sözünü ettiği “düzensiz verilen ödüller” etkisi yaratıyor ve giderek buna bağımlı hale geliyorsunuz.
Deneylerden birinde kobaylar, içinde bir düğme olan kafeslere kondular. Kobaylar, düğmeye her bastıklarında beyinlerindeki “nucleus accumbens” denilen bölgeye elektrik akımı verildi. Bu elektrik akımı, dopaminin insan beyninde yarattığına benzer bir etki yaratıyordu. Kobaylar dopamin etkisinden o kadar mutlu oldular ki ölene dek basmaya devam ettiler. Ne yemek yediler ne uyudular ne de çiftleşme girişiminde bulundular.
Cep telefonlarımızdan yükselen her “çın” sesi ya da her yeni sosyal medya mesajı benzer bir etki yaratıyor; baktıkça bakmak istiyoruz.
Avustralya’nın Yeni Güney Galler eyaletindeki hükümet, trafiğin işlek olduğu yollara elindeki telefon yüzünden dikkatsizce inenlerin yol açtığı kazaları önlemek için bir yöntem geliştirdi.
Trafik işaretleri ve ışıklar, kaldırım zeminine yerleştirildi.
Böylece kafası telefonuna bakmak için öne eğilmiş insanların dikkatini çekebilmek hedeflenmişti.
Bunun sonunda yayaların dikkatsizliğinden kaynaklanan kazaların azaldığını gördüler.
Tam da bu anda 45 dakikadır telefonuma bakmadığımı fark ettim. Müsaadenizle, haftaya görüşürüz artık!